Herhangi bir işte, “Ben yaptım ve oldu, gerisi özgür iradeye, ruhsal düzene bağlı.” deyişi bana göre havada asılı bir “söylem ve inanış”ın ürünüdür.
İnanış diyorum, çünkü birçok insandan “Şifanın inançla bağlantılı” bir olgu olduğunu duydum. Halbuki, böyle olmaması gerekir. Tıpkı alınan kimyasal ilaçların kişinin bedenine uygun dozda verildiğinde -inanmaya bağlı olmadan- sağlığını olumlu yönde etkilemesi gibi herhangi bir şifacıdan alınan enerji de -yine inanmaya bağlı olmadan- kişiyi olumlu etkilemektedir.
Bu düşüncemin karşısına bazı insanlar “Ama plasebo etkisi diye bir şey var. İnanmak şifalanmanın kapısını açar. Kişiler şifacıya ve ondan gelen şifalanmaya inanmazlarsa şifalanamazlar. Böyle bir şey duymadınız mı?” diye itirazlarla çıkışıyorlar.
Plasebo etkisi diye bir şey elbette ki var. Evet, bazen insanların haberleri olmadan onlara ilaç niyetine verilen şekerli kapsüllerin yanında inançları ve umutları iyileşmelerine zemin hazırlayabiliyor. Fakat burada asıl gözden kaçırılmaması gereken şey kişilere ilaçmış gibi verilen kapsüller değil, kişinin kendi kendisini iyileştirme gücü ve inancı olduğudur. Kişinin kendisinde olan bu gücü açığa çıkarması için herhangi bir doktora, şifacıya, ilaca ihtiyacının olmaması… Sadece kişinin “güveneceği, inanacağı birine veya bir şeye” gerekliliği… Hatta bu kişi, kişinin kendisi bile olabilir. Bildiğiniz gibi kendilerini her türlü durumda iyileştiren insanlar var bu dünyada. Sadece kendilerine inandıkları için bunu gerçekleştirebiliyorlar…
Peki, bu gücü her insan aktive edebilir mi? Bu sorunun cevabı hayır ne yazık ki…
Her insana plasebo etkisini aktive etmek için şekerli kapsül verilebilir mi? Böyle bir tedavinin içerisine her hasta sokulabilir mi? Mesela, bilinci yerinde olmayan, düşüncelerini toparlayamayan, yani akıl yönünden iyi değerlendirme yapamayan kişilere uygulanabilir mi?… Uygulanmayacağını hepimiz biliyoruz. Örneğin; bir yaşındaki bir çocuğa veya komadaki bir hastaya uygulanamaz. İnanmak için de, düşünebilmek ve bilincimizin sağlam olması gerekir.
Benzer bir şekilde de, herhangi bir şifacı işini sadece “kişilerin inançları” üzerine kurup sürdürüyorsa, o halde kişilerin iyileşmeleri şifacının gücünden, şifa enerjisinin etkinliğinden, yani şifacının “şifa enerjisi taşıyıp taşımamasına bağlı” değildir. Sadece “kişileri inandırma gücüyle” alakalıdır.
Evet, “Kişilerin içlerindeki iyileştirme gücünü ortaya çıkarmak ve harekete geçirmek” de bence büyük bir marifettir ve takdire şayandır. Ama bu marifetin benim bahsetmeye çalıştığım “şifacı enerjilerle” bir alakası yoktur. Karşı tarafı “inandırmak” başlı başına bir yetenektir. Bu ise şifa veren bir enerjiye kanal olmak anlamına gelmez.
Şifa enerjileri de, alınan kimyasal, bitkisel ilaç dozları gibi, kişinin bedeninde veya başka boyutlarında bir değişim/dönüşüm yaratmak durumundadır. Bu yarattığı değişimi/ dönüşümü de kişinin bir şekilde hissetmesi gerekir. Gerçi, şifa alan kişilerin beklentilerinin de ne kadar yüksek ve tuhaf olduğunu da biliyorum. Kendisinin enerji alanına uygulanan şifayla, bozulmuş bir aşk ilişkisinin düzelmesini, gönlünü kırdığı sevgilinin her şeyi unutarak gelmesini kişiler bekleyebiliyorlar.
Şifa enerjisine kanallık eden bir şifacının, yaptığı çalışmanın ne tür sonuçlar verdiğini gözlemlemesi ve uğraştığı alanda yaptığı gelişmeyi “ölçecek” bir mekanizması olması gerektiğine inanıyorum. Şifacı, çalışmasının ilerlemesini herhangi bir yöntemle ölçemiyorsa, o zaman neyi iyileştirip neyi iyileştirmediğini bilemez. Yani, şifacı karşısındaki danışanın/hastanın plasebo etkisiyle mi iyileştiğini, yoksa şifacı enerjisinin gücüyle mi iyileştiğinin ayrımında bulunamaz. Şifacının, “benim enerjimle iyileşti” diye iddia etmesi sadece “kendini kandırıcı bir inanç” olur.
Kökcanlandırmak Sunumunu oluştururken bu konuya özellikle dikkat etme ihtiyacı duydum ve sunumun içerisine yaptığım şifayı ölçen bir kontrol mekanizması koydum. Mesela herhangi birini “kişinin üzerindeki lanet” niyetiyle kaldırdım diyelim; kimseye kaldırdığım kişiye ne yüklediğimi, zihinler devreye girmesin diye, söylemiyorum. Kişi “ben bir şey hissetmiyorum” dediğinde kişinin üzerindeki enerjiye bakıyorum. Olmadığını gördüğümde, kişinin üzerinde lanet olmadığına emin oluyorum. Eğer, kişinin üzerinde herhangi bir enerji gördüysem, kaldırdığım kişinin “hissetmek istemediğini” düşünerek, emin olmak için, bir başka kişiyi daha “aynı şeyi yükleyerek” alana kaldırıyorum. Eğer kişi, “ben varım ve şöyle-böyle hissediyorum” diyorsa, o etkiyi şifalandıracak çalışmamı yapıyorum ve etkiyi alandan gönderiyorum. Sunumun ilerleyen aşamasında, “lanet etkisini kesinlikle çözdüğüme emin olmak” için, bir kişiye daha yüklüyorum. Eğer o kişi “yokum” diyorsa ve ben de bunu hissetmişsem, kişiye etki eden laneti şifalandırdığıma emin oluyorum. Yani lanetin kişi üzerine etki ettiğini de sunum bana söylüyor, şifalandırıp şifalandıramadığımı da sunum bana gösteriyor.
Birçok kişi bana yaptığım çalışmanın aile dizimi olduğunu söylüyorlar; ta ki benim çalışmamı gelip izleyene kadar. Aile dizimi çalışmasında “kontrol mekanizması” diye bir kavram/uygulama yoktur. Bu kavram/uygulama ilk “Kökcanlandırmak Sunumlarında” uygulandı. Kökcanlandırmak Sunumlarından esinlenip bunu uygulayan insanlar şu an mevcut olabilir. Bana göre, tüm şifa uygulayıcıları “kendilerine/çalışmalarına uygun” bir yöntemle, insanlığa daha kaliteli bir hizmet verebilmek için, çalışmalarını ölçmek durumundadırlar.
Bildiğiniz gibi Dünya bir organizma ve her organizmanın kendisini iyileştiren mekanizması olduğu gibi, Dünyanın da şifacı/iyileştirici mekanizması ve bu mekanizma içinde yer alan bir ok farklı frekansta şifacı enerjileri vardır. Daha önceki yazımda belirtmiştim: Dünyanın şifacı mekanizması çok büyük darbeler almış durumda ve şifacı enerjileri “özel çabalarla” bloke edilmiş. Bu nedenle Dünya evrenden gelen ışık enerjilerini/şifacı enerjileri dahi içine almakta zorlanıyor. Zaten, Dünya evrenden gelen şifacı enerjileri içine alabilmiş olsaydı, şimdiye kadar kendisini iyileştirmiş olurdu; insanlık da bu kadar karışmamış/hasta halde olmazdı. Sunumlarım, Dünyanın şifacı mekanizmasının çoğunun bozulduğunu, ama Dünyanın varlığını sürdürmek için bazı parçalarını gizlediğini de bizlere gösterdi. Eğer birileri gerçekten şifa çalışması yapabiliyorsa, Dünyanın gizlediği/koruduğu bu parçalarının sayesinde yapabiliyordur.
Ayrıca sunumlar bizlere “uzaylıların her türlü frekansı taklit ederek, insanlara yanıltıcı enerjiler verdiklerini ve insanları yüksek titreşimli enerjilerle kendilerine bağladıklarını, kendi amaçları doğrultusunda kullandıklarını” da gösterdi. Bir defa değil, birçok defa buna şahit olduk.
Bu nedenle şifacıların kullandıkları enerjinin arkasında “olanı” çok iyi değerlendirmeleri/ölçmeleri gerekmektedir. Bu dönemde Dünyanın, her gördüğü/hissettiği yüksek titreşimli enerjilere kendini teslim eden şifacılara değil; aklını, bilgisini, sezilerini iyi kullanan “uyanık şifacılara” ihtiyacı vardır.
Önceliğimiz Dünyanın iyileşmesi olmalıdır. Varlığımızın nefes alması, rahat olması ve varlığımızın geleceği Dünyanın sağlığına bağlıdır. Ancak sağlıklı olunduğunda ruhumuzun bilgeliğini duyabiliriz.
Hepimizin sevgimizi Dünyaya akıtmamız, ona sahip çıkmamız ve Dünyamızı hak ettiği cennete dönüştürmemiz dileğimle…
Sevgi ve Saygılarımla,
Vildan Çolak