Lafı uzatmadan Ayşe’nin hikâyesine geçeyim:
Bir danışanımın sunumu açıldığında ekibimdeki biri kendiliğinden enerjiye girdi ve “bir bebek olduğunu, bakımsızlıktan, açlıktan öldüğünü” söyledi ve alanda bulunan birine sarılarak “ondan beslenmek istiyorum” dedi. Sarıldığı kişi de bebeğin annesi olarak enerjiye girdi. Kendini çok kötü hissetmeye başladı ve “Ayşe diye biri var” dedi. Ayşe’nin vicdan azabını hissediyordu.
Sunum sahibi, sunumu açıldığı sırada bizimle birlikte olduğu için durumu bize söyledi. Bebek, babaannesinin açlıktan ölen yavrusuymuş. Ayşe ise, babaannesinin üvey kardeşiymiş.
Ve sonra bize Ayşe’nin hikâyesini anlattı:
Ayşe, köyün güzel kızlarından biriyken bir gün köydeki evli bir adam Ayşe’ye göz koyar ve onunla zorla ilişkiye girer. Ayşe hamile kalır. Tabi ki, tüm suç Ayşe’nin adamı baştan çıkarttığı varsayıldığı için ona patlar.
Onu hamile haliyle kabul edecek ve onu alıp köyden uzaklaştıracak bir adama Ayşe verilir ve köyden yollanır…
Kim bilir kime gitti ve gittiği yerlerde ne yaşadı?
O günden beri de Ayşe, köyüne dönmemiş.
Yaşanılan travmayı tahmin edersiniz…
Burada ailesi tarafından sahip çıkılmayan, bakılmayan, hakkı müdafaa edilmeyen, kovulan ve başına nelerin geleceği umursanmayan bir “can” var.
Başka sunumlarda ortaya çıkan hikâyeler sayesinde, “yerinden yurdundan kovulan, mal-mülkünü ele geçirmek için öldürülen” kişilerin “vebalini”, bunu yapanların torunlarının “bebeklerini kaybetmeleriyle” ödediklerini öğrenmiştik.
Bu sunum da bize aynı anda hem bebeği hem de Ayşe’yi ortaya koyarak benzer bir duruma işaret etmiştir.
Biliyorsunuz ki, bizim en değerli varlığımız bebeklerimiz/çocuklarımızdır. Onlar bizim geleceğimizdir. Bununla birlikte yerimiz/yurdumuz, tarladaki ekinimiz de bizim değerli varlıklarımız olur. Aynı zamanda doğuştan aldığımız haklar da değerlidir. Yaşam hakkımız da çok değerlidir. Eğer bir insanın değerli varlıklarını veya haklarından bazılarını onun elinden zorla ve haksızlıkla alırsak, bunun vebali olarak da torunların elinden hakları alınır.
Emin olduğum bir şey var: Sistem cahilliği sevmiyor ve hoş görmüyor; yapılan yanlışları da affetmiyor. Nasıl ki, bilmeden zehirli bir mantar yenildiğinde, sistem “Bunu bilmeden yedi. Bu sefer affedeyim ve zehirlenmesin” demiyorsa ve kişinin hayatına son verebilecek kadar onu tehlikeye sokuyorsa, benzer şekilde yapılan yanlış davranışları da affetmiyor ve o davranışların yansımasını hem kişinin hem de torunlarının hayatına yansıtıyor.
Sistem, tüm kan bağı olanları aynı bir beden gibi görüyor… Bu nedenle, dedenin yediği koruk erikten dolayı torunun dişlerini buruşturabiliyor.
Gelecek nesillerimize mal-mülk bırakmaktan daha önemli olanın “temiz bir vicdan bırakmak” olduğunu “Kökcanlandırmak Sunumları” bana öğretti.
Benden size söylemesi…
Hepimizin dünyasının cennet olması dileğimle…
Sevgiler,
Vildan Çola