Ayın, gündüz de gökyüzünde olduğu dönemler vardır, ama kimse onun gökyüzünde olduğunu fark edemez. Güzelliğini, gecenin karanlığında ortaya koyar. Ancak öyle fark edilir. Tıpkı yıldızlar gibi… Hatta, gökyüzü ne kadar kararırsa yıldızların güzelliği de o kadar netleşir. Öyle olur ki, bizlere yolumuzu, önümüzü gösterir. Gecenin karanlığında yanımızda rehberimiz olmasa bile, yıldızların dilinden anlayan bilge için yıldızlar rehber olur…
Elimize bembeyaz sayfalar üzerine biri beyaz mürekkepli, diğeri siyah mürekkepli kalemlerle yazılmış iki mesaj geçse, hangi sayfadaki mesajı anlamamız daha kolay olurdu?
Beyaz mürekkeple yazılanı fark etmeyebiliriz bile. Fark etsek bile okumamız çok zor olur. Bir konuda çok zorlanırsak, genellikle bırakırız. Nasıl ki hepimizin farklı farklı ağrı eşikleri varsa, aynı şekilde her insanın bir zorlanma eşiği vardır. Zorlanma sınırımızı aşan bir şey yaşadığımızda vazgeçeriz. Çok zorlandığımızda okumaktan da, anlamaktan da, düşünmekten de vazgeçebiliriz. Beyaz bir kağıt ve beyaz bir mürekkeple yazılmış bir yazı… Karışık bir şey yok ve her şey yolunda. Sayfa tertemiz gözüküyor. Boşver, düşünme, at gitsin…
Diğer mesaj siyah mürekkepli kalemle yazılmış. Bir şeyler söylemek istendiği çok net görünüyor. Okumamız ne kadar kolay. Siyah, beyazın içinde parlıyor ve kendisini bir yıldız gibi sahneye koyabiliyor ve fark edilip alkışlanabiliyor. Tabii ki kimler alkışlar?…
Herkesin iki eli vardır ama herkes alkışlayamaz. Alkışlayabilmek için bile bilgiye, bilmeye ihtiyaç vardır. Emeğin değerini bilmeye… Ancak, bir konuda emek harcadığı için emek harcamanın ne olduğunu bilen biri alkışlayabilir. Beyazın içinde parlayan siyah yazıları da, okumayı bilen biri alkışlayabilir. Okumayı bilmeyenler için ise yazılar karalamadır ve bir anlam ifade edemez. Hatta sinirlenmek için güzel bir neden bile olabilir. Bizler en fazla, cahilliğimizle yüzleştiğimiz zamanlar sinirleniriz. Çünkü cahilliğimiz utandırır. Suçlu ararız. Suçlu tabii ki karşıdakidir!!
Yaşamımızın karardığını düşündüğümüz, sorunlarımız olduğu anlar düşünmek, anlamak, anlamlandırmak, değişmek için kendimizi en çok zorladığımız anla. Hatta, sorunlarımız olduğunda, onlardan kaçmak ya da onların üzerine çıkmak için değişik yetenekler geliştiririz. Fakat çözüm üreten bir zihne sahip değilsek, “At gitsin.” zihniyetiyle kaçarız. Bilgiye sahip değilsek çözüme de sahip olmayabiliriz. En azından, içimize bakmayı, kendimize soru sormayı biliyorsak; potansiyelimizi harekete geçirebilir, bilmeye adım atabiliriz.
İçimizdeki potansiyelin ışığı, karanlık dönemlerimizde ortaya çıkar. Yıldızlar gibi bize yol gösterir. Kim olduğumuzu, neye hizmet ettiğimizi, değerimizi bu dönemlerde keşfederiz. İçimizdeki kitabın sayfalarını çevirir, yazılarını okumaya çalışırız. Ne kadar okuyabiliyorsak, farkındalığımız o kadar gelişir; gerçekliğimiz değişir, büyür ve olgunlaşırız.
Her şey yarım doğrudur. Aynı zamanda, her şey yarım iyidir. Önemli olan -ne yaşıyorsak yaşayalım- yaşadıklarımızı anlamlandıracak bilgimizin, alkışlayacak farkındalığımızın olmasıdır. Böylelikle ne karanlıktan korkar ne de beyazlıktan sıkılırız.
Kökcanlandırmak Atölyesi
Vildan Çolak